Gelecek nesiller dehşetle Gazze hakkında okuduklarında ve nasıl olup da canlı yayınlanan bir soykırıma izin verdiğimizi merak ettiklerinde, onlara ne diyeceksin?

Şimdi, İsrail Gazze’de bir “nihai çözüm” uygularken, artık muhalefetin hiçbir fark yaratamayacağı kadar geç olmuşken, rüzgâr yavaş yavaş dönmeye başlıyor. Şimdi, Gazze yerle bir edilmiş, toplu mezarlara ve molozlara dönmüşken, son 19 aydır sessiz kalan bazı insanlar yavaş yavaş konuşmaya başlıyor. Şimdi, İsrail ve ABD, Gazze’yi ve Batı Şeria’yı Filistinlilerden “boşaltmak” ve tüm toprakların “kontrolünü ele geçirmek” istediklerini gizleme gereği bile duymuyorken, bazı eleştiriler damla damla gelmeye başladı.
İngiltere’de ise “g” kelimesini (genocide/soykırım) telaffuz etmeye başladılar. 19 ay süren soykırımsal şiddetin ve neredeyse üç ay süren bir aç bırakma kampanyasının ardından, İngiltere bu durumu artık vahim olarak nitelendirmeye karar verdi. İngiltere, Fransa ve Kanada ile birlikte – ve eminim İsrail liderleri bu tehdit karşısında titriyordur – toplu katliam ve aç bırakma devam ederse “somut” bir tepki olabileceği tehdidinde bulundu.
Bu arada, medya söylemlerinde hafif bir değişim yaşanıyor. İsrail hükümetinin söylemlerini sorgulamadan tekrar etmek yerine, Piers Morgan gibi önde gelen medya figürleri, İsrail’in neden uluslararası medyanın Gazze’ye serbestçe girişine izin vermediğini İsrailli sözcülere sormaya başladı.
Ama tüm bunlar çok az ve çok geç. Ne beş yaşındaki küçük Hind Rajab’ı geri getirecek – korku içinde sıkıştığı araca İsrail askerleri tarafından 335 kurşun sıkıldığında hayatını kaybetmişti – ne de İsrail tarafından infaz edilip sığ mezarlara gömülen yardım çalışanlarını.
İsrail’in sistematik biçimde yerle bir ettiği hastaneleri, anaokullarını, tüp bebek merkezlerini ve üniversiteleri yeniden inşa etmeyecek. Gazze’deki çocuklara – dünyadaki en büyük çocuk ampute grubuna – uzuvlarını geri vermeyecek. Yetersiz beslenmenin ve neredeyse iki yıldır eğitimsiz kalmanın bir nesilde yarattığı uzun vadeli tahribatı telafi etmeyecek.
Bugün gördüğümüz eleştiriler sadece kendini kurtarma çabası. Sözde bir muhalefet gösterisi; ki gelecekte, Gazze’deki katliamın gerçek boyutları ortaya çıktığında, bu dehşeti 19 ay boyunca meşrulaştıran ve destekleyen politikacılar ve medya figürleri şöyle diyebilsin:
“Bakın! Ben de bir şey söyledim! Öylece izlemedim!”
Peki sen ne diyeceksin?
Gelecek nesiller, Gazze’yi dehşetle okuduklarında ve Batı dünyasının – o ahlaki üstünlüğüyle, kurallara dayalı düzen iddiasıyla ve uluslararası insan hakları hukukuna olan bağlılığıyla – nasıl olup da canlı yayınlanan bir soykırıma göz yumduğunu merak ettiklerinde, sen ne diyeceksin?
Gelecek nesiller, bizlerin 19 ay boyunca her sabah çocukların diri diri yakıldığı videolarla uyandığımızı öğrendiğinde – o çocukların üzerine atılan bombaların ABD vergi mükelleflerinin parasıyla alındığını, Batı dünyasının bu bombaları haklı göstermeye çalıştığını bildiklerinde – sen onlara “Ben sesimi yükselttim” diyebilecek misin?
Pek çok sıradan insan, başını dik tutup sessiz kalmadığını söyleyebilecek. Ellerindeki her türlü imkânı ve platformu kullandıklarını söyleyebilecekler. Örneğin NYU öğrencisi Logan Rozos, mezuniyet konuşmasında “Filistin’de şu anda yaşanmakta olan vahşeti” dile getirdiği için diploması verilmedi ama bir gün çıkıp “sessiz kalmadım” diyebilecek. Columbia Üniversitesi’nden Filistin’e destek protestoları nedeniyle atılan öğrenciler, adalet adına geleceklerini riske attıklarını söyleyebilecekler. Melissa Barrera gibi, Filistin yanlısı paylaşımları nedeniyle Scream 7 filminden kovulan oyuncular, kariyerlerinden önce onurlarını seçtiklerini söyleyebilecek.
Ama gerçek güce sahip olanlar için aynı şey geçerli değil. Onlar ellerindeki kana bulanmış sorumluluktan sıyrılamayacak. Büyük olasılıkla bu korkunç sürecin tüm suçu sonunda Benjamin Netanyahu’nun üzerine yıkılacak, diğerleri ise kendilerini temize çıkarma derdine düşecek. Oysa bu sadece Netanyahu’nun soykırımı değil. Bu Biden-Harris soykırımıdır; Trump-Vance soykırımıdır; Keir Starmer ve David Lammy’nin soykırımıdır. Bu aynı zamanda Microsoft CEO’su Satya Nadella’nın, ana akım medyanın, büyük teknoloji şirketlerinin, sessiz kalan sanatçıların ve akademisyenlerin de soykırımıdır. Liste uzayıp gider.
Bugün bu noktadaysak, bunun nedeni Batı medyasının Filistinlileri sistematik biçimde insanlıktan çıkarması ve Filistin yanlısı söylemin baskı altına alınmasıdır. Biden ve Batılı gazeteciler, “Hamas bebeklerin kafasını kesti” yalanını yayarak bu soykırım için kamuoyu onayı üretmeseydi, bugün burada olmayacaktık. Biden yönetimi gerçekten ateşkes için uğraşsaydı, yalan söyleyip İsrail’e sınırsız destek vermeseydi, bambaşka bir noktada olabilirdik. Tarih, eninde sonunda tüm bu insanları yargılayacaktır.
Ama belki bu bir hayal. Belki de fazla safım. Belki bir gün tüm Filistinliler Libya’ya sürülür ve Gazze bir Trump markalı tatil köyüne çevrilirse bile hiçbir hesap verilmez. Sonuçta, Amerikalıların ya da Avrupalıların kaçı Nekbe’yi (Büyük Felaket) gerçekten biliyor? Kaçı 1948’de İsrail’in Filistin köylerindeki içme suyunu zehirlediği “Cast Thy Bread” operasyonundan haberdar? Kaçı, 2003 yılında Gazze’de Filistinli ailelerin evlerini yıkılmaktan korumaya çalışırken bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülen, Washington’lu genç barış aktivisti Rachel Corrie’yi tanıyor?
Nekbe’den bu yana Filistinli sesler sistematik şekilde bastırılıyor, İsrail’in işlediği vahşetler ise sürekli küçümseniyor. Tanıdığım bir Filistinli yazar, yıllar önce Filistin’de haritalandırma üzerine yazdığı bir yazıyı çok prestijli bir Amerikan dergisine sunmuştu. Ancak yazıda Nekbe’den bahsetmeyi reddettiği için metin yayından çekildi. Buna karşılık, bir Filistinlinin işlediği her türlü şiddet eylemini duymuşsunuzdur. Size tekrar tekrar bu yaşananların 7 Ekim 2023’te başladığı söylendi.
Ama artık Gazze için gerçek bir adalet çok geç. Ölen çocukları geri getiremeyiz. Yaşananları silemeyiz. Ama hâlâ hesap sorma zamanı geçmedi. Bu vahşet belgelenmeli. Gazze’de ölenlerin sayısı düzgün şekilde tespit edilmeli ki kaç kişinin katledildiğini bilebilelim. Medya, resmi rakam olan 55.000’den fazla ölü ifadesini bağlamdan kopuk şekilde tekrarlamayı bırakmalı. Açlık, hastalık veya soğuk nedeniyle yaşanan dolaylı ölümler hesaba katıldığında, gerçek sayı muhtemelen çok daha yüksek.
Şimdiye kadar sessiz kaldıysan ve kendine bunun “fazla karmaşık bir mesele” olduğunu söyleyip sustuysan, sesini yükseltmek için hâlâ geç değil. Gazze’de olanlar Sudan’da veya Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde yaşanan dehşetlerden farklı çünkü eğer Batı’da yaşıyorsan, bu senin adına yapılıyor. Senin verginle, senin seçtiğin liderlerin onayıyla gerçekleşiyor. Eğer ABD’de yaşıyorsan, senin temsilcilerin bu soykırıma ayakta alkış tuttu. Bu suça hepimiz ortağız. Ama bazılarımız çok daha fazla.
Bu yüzden bir kez daha sor:
Gelecek nesiller sana bu zamanlarda ne yaptığını sorduğunda, onlara ne söyleyeceksin?
Sessizlik tarafsızlık değildir.
Ve senin sessizliğin unutulmayacak.
Martin Luther King Jr.’ın dediği gibi:
“Sonunda, düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.”